Prof. Dr. Tülay Arın – Biz İktisatlılar: İçimizden Biri

İÜ. İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti’nin; değerli Hocalarımızı anmak, anılarını yaşatmak ve genç İktisatçılara tanıtmak gayesiyle sürdürdüğü bu paylaşım serisinin bu ay konuğu, 30 Ağustos 2009 tarihinde aramızdan ayrılan sevgili hocamız Prof. Dr. Tülay Arın.

Hocamızı saygı ve özlemle anıyor, paylaşımımıza yazıları destek veren Prof. Dr. İzzettin Önder, Dr. Cengiz Arın, Prof. Dr. Nihat Falay ve Dr. Öğretim üyesi Sermin Sarıca’ya teşekkür ediyoruz.

İÜ İKTİSAT FAKÜLTESİ MEZUNLARI CEMİYETİ

Prof. Dr. Tülay Arın – Biz İktisatlılar: İçimizden Biri

Tülay Arın, 1977-2005 yılları arasında, yirmi sekiz yıl İ.Ü.İ.F.’de önce Dr. asistan, 1982 yılında yardımcı doçent, 1987’de doçent ve 1994’ten itibaren de profesör kadrosunda görev yaptı.

İktisat Fakültesine geldikten kısa bir süre sonra, TÜMAS toplantılarında birbirimizi daha yakından tanıma olanağını bulduk ve 10 Mayıs 1978’de evlendik.

2005 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı.

Tülay’ı, 2009’da 30 Ağustos Pazar günü Göcek’te yitirdik.

Prof. Dr. Tülay Arın’ın kısa yaşam öyküsü ve ilgi alanları, çalışmaları, yayınları, çevirileri, kurucuları arasında ve üyesi olduğu dernek ve vakıflar ile ilgili bilgiler, daha önce hem öğrencisi ve İ.Ü.İ.F. öğretim üyesi Sermin Sarıca’nın derlediği, Belge Yayınları tarafından 2010’da yayımlanan Tülay Arın’a Armağan – İktisat Yazıları başlıklı kitapta (ss.9-21), hem de İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında 2013 yılında basılan Tülay Arın, Kriz, Devlet, İktisat ve Sosyal Güvenlik Politikaları Seçilmiş Yazılar başlıklı derlemede yer aldı.

Burada kısa hatırlatmalar yapmakla yetineceğim.

Tülay, SBF’de öğrenci olduğu yıllarda, Kızılay’da, TİP’in Dönüşüm Dergisini tanıtan ve satan gençler arasında yer almış, mezuniyet sonrası gittiği ve kısa bir süre yaşadığı Erzurum’da ülkücülerin tehditleriyle yüz yüze kalmıştı. Tülay’ın, SBF’de öğrenci olduğu yıllarda TİP sempatizanlığı ile başlayan sosyalizm eğilimi, daha sonraki yıllarda da sürdü.

Kamu ekonomisi, maliye teorisi, maliye politikası, iktisat stratejileri, iktisadi planlama, iktisadi kalkınma, gelir dağılımı, kadının iktisadi durumu, kadın ve ekonomi, bilimsel araştırma teknikleri, aynı zamanda sosyal güvenlik, refah devleti ve sosyal politikalar alanlarında çalışmış, araştırmalar ve yayınlar yapmış, dersler vermiştir.

Yazılarında ele alarak tartıştığı konuların bazıları “Keynesçi Akımlar: Keynesçiliğin Krizi ve İç Tartışmaları,” “Sosyal Hakların Emek Gücünün Meta Niteliği Üzerindeki Etkileri”, “Refah Devleti,” “Anayasal İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın Asgari Devlet Raporlarının Eleştirisi,” “Türkiye’de Sosyal Güvenlik Fonlarının Açıkları: Liberal Sosyal Güvenlik Rejiminin Çelişkileri ve İflası,” “İktisatta Devlet ve Devletçilik,” “Devlet Harcamaları: Devletin Küçültülememesi Krizi,” “Türkiye’de Plansızlık ve Politika Alternatifsizliğine Mahkûmiyet” ve “Kadın ve Ekonomi” başlıklarını taşımaktadır.

Yazılarıyla düzenli katkıda bulunduğu Onbirinci Tez Kitap Dizisi’nin kurucu kadrosu ve yayın kurulu üyelerinden biriydi. Bu dergide yer alan yazılarından bir kısmı “Kapitalizm ve Krizleri,” “Kapitalist Düzenleme, Birikim Rejimi ve Kriz,””Empryalizm ve Dünya Düzeni,” konularını sistematik biçimde tartıştığı metinlerdi.

Tülay, merak eden, araştıran, sorgulayan, tartışan, çok çalışkan, ilkeli, özenli, duyarlı, titiz ve üretken bir sosyalist feminist ve Marksist bir bilim kadını olarak yaşadı. Her zaman emekçilerle dayanışma içinde olmaya önem verirdi. Doğaya, çiçeklere, hayvanlara ilgisi ve sevgisi büyüktü. Klâsik Batı müziğine ilgi duyardı.

İ.Ü. İktisat Fakültesi, Tülay’ın akademik kimliği ve dost çevresi bakımından önemli bir etkiye sahipti. Öte yandan bu Fakülte’nin uluslararası akademik standartlarını sürdürmesini ve onu korumasını sağlayan değerli öğretim üyelerinden birinin de Prof. Dr. Tülay Arın olduğunu ileri sürmek, kanımca abartılı bir görüş olmaz.

Anısını sevgiyle ve saygıyla taşıyorum.

Dr. Cengiz Arın

TÜLAY

Resimde, biri eşim diğer ikisi de meslektaşlarım olan üç kadınla bir toplantıda pür neşe oturmaktayım. Bu mutlu hava içinde, zamanla üç kadının da yaşamdan koparılarak, yalnız kalacağımı düşünmüyorum bile. Geleceği görebilsek yaşamda bu denli neşeli olabilir miyiz?

Tülay’la fakülteye geldiği ilk gün tanışmamız Merkez Bina’nın girişindeki büyük holde gerçekleşti. Yağmurlu bir gündü, bazı arkadaşlarla yemeğe gitmek üzere holde beklerken, binaya Tülay girdi, tanıştık, konuştuk ve birlikte Profesörler Evi’ne yemeğe gittik.

Bölümde Tülay ile fevkalade uyumlu ve karşılıklı yararlandığımız meslektaş ilişkisi yaşadık. Tülay İktisat Fakültesi’ne iki farklı ruh ve nefes getirdi. Bir defa, Tülay Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi mezunu olarak fakültemize yurt içinden farklı bir nefes getirdi. İkinci olarak da, Tülay devlet bursu ile doktorasını ABD’de yapma şansına sahip olarak, fakültemize yurt dışı hava taşımış oldu. Tülay’ın fakültemize getirdiği her iki hava da farklılıkları ve olumlu yönleriyle biz kürsü arkadaşlarını çok etkilemiştir.

Tülay adeta ikili yaşam tarzı sürdürüyordu. Birinci yönü ile gerçek bir akademisyen, diğer yönü ile ise mücadeleci bir kadın. Tülay’ın bu iki yönü birbiriyle sarmaş dolaş şekilde idi. Bu durum en net Tülay’ın kadın çalışmalarında görülür. Kadın Eserleri Kütüphanesi’ne katkıları yanında, akademik yazılarında da kadın haklarına yer vermesi ve bu alandaki çalışmalarıyla Tülay’ın ihmal edilemez bir yeri olduğunu düşünmekteyim. Kadın hakları konusunu tam eşitlik derecesine indirgemede o denli tavizsiz davranırdı ki, kendisi ile ilgili şöyle bir yaşanmışlığı, ister latife ister gerçeklik olarak algılansın, anlatmadan geçemeyeceğim. Maliye Bölümü başkanlığı dönemimde bir toplantıda saniyeler farkı ile Tülay ve bir erkek arkadaş söz istedi. Ben de tam bir şaka havası içinde Tülay’a dönerek, ‘kadınların önceliği’ ifadesiyle Tülay’ı öne alınca, Tülay bu davranışıma inanılmaz bir şiddetle karşı koydu ve tüm müdahalelere rağmen, sanırım, toplantıyı terk etmişti. Bu faslı kapatmadan, Tülay’ın kadın olarak giysilerine ve taktığı kolye ya da sair aksesuarlara da renk uyumu açısından çok titiz olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Tülay’ın çok tipik, bir o kadar da sevimli bir davranış biçimi de anlatılmaya değer. Tülay bir meseleyi ortaya koyarken, bir anlamda karşısındakini da meseleye çeker ve meseleyi sorgulatırdı. Bu davranışı onun araştırmacı, sorgulayıcı yönünü gösterirdi.

Tülay’ın akademiye önemli bir katkısı da sosyal haklar konusundaki çalışmaları ile ilgilidir. Bu konuda çalışmak durumunda olan her akademisyenin mutlaka Tülay’ın makalelerine bakması gerekir. Adeta Türkiye irtibat bürosu olarak, Esping-Andersen görüşlerini Türkiye’ye getirmiş olan Tülay, bu konuda çalışan akademisyenler arasında kesinlikle en önde olanıdır.

Tülay Mali İktisat ABD’de idi. Hal böyle iken, Tülay’ın çok hoş ve doğru olan bir yanı da ekonomi bilimini kompartımanlara bölmeden ilgili tüm alanlarda gezinebilmesi ve her alanda söz sahibi olabilmesi idi. Çok ve çeşitli alanlara yayılı olarak okuma yapan Tülay’la tartışmaktan çoğu zaman çekinirdim. Sebebi, devamlı okuyan Tülay’ın zengin bilgi hazinesiyle sizi derin sulara çekebilir olması idi. Son dönemlerde kapitalizmin parasal döngüleri üzerinde yoğunlaşan Tülay, Elmar Altvater vb. gibi bir dizi akademisyeni, lisan bilgisinin de avantajıyla, bilim dünyamıza kazandırmıştır.

Tülay’da toplumsal olarak fazla alışık olmadığımız bir dinleme, okuma ve algılama yöntemi vardı. Tülay, okurken ve dinlerken, adeta kafasını boşaltarak, hiçbir önyargıya kapılmadan algılama yapardı. Bu yönü ile Tülay’ın davranışı sanki Pierre Bourdieu’nun sübjektivizm ve objektivizm tanımlarını dahi etkisizleştirecek şekilde güçlü idi. Tülay hem sıkı bir okuyucu, hem de okuduklarını arkadaşlarıyla olağanüstü cömert paylaşımcı idi.

Bir ara YÖK sisteminin gelişmekte olan üniversitelere destek programı dâhilinde Tülay da bir dönemlik, yanılmıyorsam Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde görev yaptı. Bu görev sonrasında uygulama ile ilgili hemen hiçbir değerleme fırsatımız olmadı. Oysa bu deneyimi yapmış tüm meslektaşlarımızla uygulama hakkında tartışma yapmış olsa idik, uygulama ile ilgili önemli bir toplumsal belge oluşur ve ona göre belki de yeni düzenlemeler yapılabilirdi.

Tülay’ın başat yazım dili ve üslubuna karşı direnci zaman zaman başına bela olabilmiştir. Tülay’ın doçentlik jürisinde ben de vardım. Jüriye iki olumlu üyeye karşı üç olumsuz üyenin görüşü hâkim oldu. Karar, üçte iki Tülay’ın aleyhine şekillenmişti. Bir jüri üyesi geçmiş deneyimlerini gerekçe göstererek, sonucun olumsuz olması durumunda, neticeyi küsuratlı değil de, ittifak şeklinde rapor etmenin daha iyi olacağı fikrini ortaya attı. Sanırım bu fikir aleyhte oy kullananların pek hoşuna gitmiş olacak ki, bu teklif de oy çokluğu ile geçti. Böylece Tülay’ın sonucu ittifakla başarısız olarak kayda geçmiş ve bir yıl kaybedilmiş oldu. Bu olay Tülay ve Cengiz’e aktarıldığında her iki arkadaşın da sergilediği davranış nezaketi takdire değer.

Tülay, kendisi de dâhil üç kişilik bir ailenin ferdi idi. Bu ailede, Tülay dışında, biri eşi Cengiz, diğeri ise sadık (kimin kime sadık olduğu bence meçhul!) köpeği Afacan idi. Tülay bir gün öğrencilerle konuşurken köpeğinin midesini bir şekilde tedavi ettiğini anlatınca, ben arkadan, ‘ben de midem için bu yöntemi kullanayım” deyince, Tülay bana döndü, harika siyah gözleriyle beni resmen azarladı. Bir yaz günü büyük aşkı mavi yolculukta iken Tülay’a bir şaka yapmak geldi içimden. Telefonunu çevirdim, Tülay çıkınca doğrudan havlama sesi yaptım. Tülay biraz şaşırdı, ben de ona köpeğinin özlemini hafifletmek için böyle davrandığımı söyledim. Tabi mesafe uzak ve görüntülü arama yapmamış olduğumdan siyah gözleriyle nereye hiddetle baktığını, bilemiyorum.

Tülay emekliliğini aldıktan sonra, kadroda kalabileceği süreyi beklemeden ayrılmak istedi. Bütün arkadaşlar hem akademiye katkısının sürmesi, hem de bizzat kendi sağlığı ve morali açısından ayrılmaması konusunda kendisine ısrarcı olduk. Zorlamalarla kendisini ancak bir dönem daha fakültede tutabildik. Ayrılmasının Tülay’a yaramadığını düşünürüm hep. Sanırım, ayrıldıktan sonra hızla kilo aldı ve fizik hareketlerde de yavaşlama olunca, bu güzel arkadaşımızın güneş ve deniz aşkına mağlup olması mukadderdi. Rastlantı mı, yaşamın cilvesi mi, bilemiyorum, sevgili Tülay’a vedamızı da yine aynı holde gerçekleştirdik.

Tülay, bilim dünyamızda ve biz arkadaşlarında derin izler bırakarak, aramızdan zamansız ayrılmıştır!

Prof. Dr. İzzettin Önder

TŪLAY ARIN’I ANARKEN

Yıl 1976 idi, galiba.

Maliye Enstitümüze, Ankara’dan bazı çevrelerin de tanıdığı bir kadın asistan geleceği söylendi. Geldi de.

Ben o zaman, Enstitümüz Müdürü Profesör Orhan Dikmen’in yaş haddiyle emelli olmasından sonra, Enstitü Kütüphanesi’nde 6 ay oturmaktan “terfi edip, bu hocamızın büyük makam odasında oturmaya başlamıştım.

O zaman bu odayı daha sonra Esfender Korkmaz asistan olunca onunla paylaşmıştık

Tülay Demirler gelince o da odanın diğer köşesinde oturmaya başladı. Sonra bu odaya Figen Altuğ da geldi.

İlk günlerden hatırladığım kadarıyla, omuzları hizasında kesilmiş siyah saçları fark edilecek kadar büyük gözleri ve gözlükleriyle ve çiçek desenli eteği ile dikkat çekici idi.

Kişiliği hemen ortaya çıkan aklına yatmayan konularda itirazını esirgemeyen, beğendiği şey ve konuları “başarılı” olarak niteleyen Tülay, daha sonra Enstitümüz öğretim elemanlarının yakınlık kurmuş olduğu Siyaset İlmi disiplinindeki arkadaşlardan “Danıştay”lakaplı Cengiz Arın ile yaşamlarını birleştirdiler. Böylece bizim kadim arkadaşımız Cengiz, Maliye Enstitüsü’nün “damat”ı oldu.

Tülay bu arada bazı genç kadın meslektaşlarımız için örnek alınan ve hatta bir anlamda “yararlanılan” ve bu etkisi devam eden bir meslektaşımızdır.

Uzun yıllar süren arkadaşlığımız ve dayanışmamız, maalesef bir sonbahar gününde, Tülay’ın bizi anî terk etmesiyle son buldu.

Kendisini, bölüm arkadaşları, bilimsel dost ve Cengiz dostumuzun sevgili eşi olarak özlüyoruz ve O’nu acı-sıcak-iyi-kötü günlerimizi yâd ederek arıyor ve anıyoruz.

Prof. Dr. Nihat Falay

Araştırma nesnesi ile de öğrencisi ile de eşi ile asistanı ile rektörü ile de özetle dünyanın geri kalanı ile hep göz seviyesinden ilişki kurardı, Tülay hocam. Başkasının güç iddiasına da insanın kendi güçsüzlüğü yanılgısına da belki de en korunaklı seviyeden. Ardından yapılan bir radyo programında “doğru kelimeleri o anda canlı yayında bulamamış malın ne olduğunu bilirdi hocam” demiştim. Metayı da insan aptallığını da bir bakışta tanır özünü yakalardı demek isteyip, insanlığının en yüksek yerinden eşitliğinden bize seslenen sesine, aydınlık zihnine, duru bakışlarına, güçlü kadınlığına özlemle onu bu şiirle anmak istedim.

Tarihe, küçük harflerle yazabilirsin beni

Tatsız ve çarpık yalanlarınla,

Çamura bulayabilirsin beni

Ama yine de,

toz gibi,

yükseleceğim ben

Küstahlığım keyfini mi kaçırıyor?

Neden kasvete bürünmüşsün böyle?

Oturma odamda pompalanan petrol kuyularım varmış gibi yürüyorum mu diye

Tıpkı aylar gibi

ve güneşler gibi,

Kesinliğiyle gelgitlerin,

Yükselen umutlar gibi tıpkı,

Yine de yükseleceğim

Beni kırılmış mi görmek istedin?

Başı eğilmiş gözleri inik?

Gözyaşı tanesi gibi düşük

İçli çığlıklarımla zayıflamış

omuzlarla mı?

Mağrur oluşumu saldırgan mi buluyorsun?

Çok mu zoruna gidiyor?

Arka bahçemde kazdığım altın madenlerim varmış gibi gülüyorum mu diye

Beni sözlerinle vurabilir,

Gözlerinle kesebilirsin,

Nefret doluluğunla öldürebilirsin beni,

Υine de,

hava gibi,

yükseleceğim ben

Seksiliğim keyfini mi kaçırıyor,

Şaşırtıyor mu seni,

Kalçalarımın birleştiği yerde

elmaslarım varmış gibi dans ediyorum mu diye?

Tarihin utanç barakalarından dışarı

yükselirim

Kökleri acıdan beslenen bir geçmişten yukarı

yükselirim

Siyah bir okyanusum ben

atılgan ve geniş

Kabarıp çekilerek taşırım gelgiti

Dehşet ve korku dolu

Geceleri geride bırakarak yükselirim

Şaşılacak kadar berrak bir şafağa

yükselirim

Atalarının verdiği hediyeleri getiren

Rüyası ve umuduyum kölenin ben

Yükselir

Yükselir

Yükselirim

Dr. Öğr. Üyesi Sermin Sarıca

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir