BİZ İKTİSATLILAR: İÇİMİZDEN BİRİ PROF. DR. BAKİ IŞIKARA

BİZ İKTİSATLILAR: İÇİMİZDEN BİRİ

PROF. DR. BAKİ IŞIKARA

Değerli İktisatlılar, bir süredir devam eden Camiamızın kıymetli isimlerini andığımız ve genç iktisatlılara tanıttığımız serimizin bu ay konuğu Prof. Dr. Baki Işıkara.

Hocamız; çok değerli bir bilim adamı olmasının yanında, öğrencilerine karşı her zaman anlayışlı, sevecen ve nazik tutumuyla da anılarımızda yer edinmiştir.

Prof. Dr. Baki Işıkara ile ilgili anılarını, düşüncelerini ve fotoğraflarını bizlerle paylaşan Prof. Dr. İzzeddin Önder, Prof. Dr. Enis Sınıksıran ve Prof. Dr. Mustafa Tekin’e çok teşekkür ediyor, Değerli hocamızı saygı ı ve özlemle anıyoruz. 

İÜ İKTİSAT FAKÜLTESİ MEZUNLARI CEMİYETİ

Baki Işıkara Hoca

Hoca deyince, insanın aklına asık suratlı, anlayışsız, yanına yaklaşılamaz tipler insanın aklına geliyor, hele de bundan yarım asır önce Türkiye’nin en büyük üniversitelerinin biri söz konusu olduğunda!

Hayret edilecek şekilde, evet bundan yaklaşık yarın asır önce, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde bu tanımlamanın tam tersinin sembolü olacak kadar şeker bir hoca vardı: Profesör Baki Işıkara!

Baki Hoca o kadar hoşgörülü ve bir o kadar da nazik bir hoca idi ki, teklifsiz yanına gidebilir, her türlü sorununuzu kendisiyle tartışabilir ve çoğu durumda meseleniz çözülmüş olarak yanından ayrılırdınız.

Yıl 1967, Türkiye’de Kamu Harcamalarının Seyri başlıklı bir kitap yazmıştım. Kitap için, yıllar itibariyle kamu harcamalarının gelişme seyri ile ilgili korelasyon çalışması yapılması gerekiyordu. Bu iş elle yapılamazdı, data oldukça büyüktü. Ne yapayım ne edeyim diye yakınırken, bazı arkadaşlar Profesör Baki Işıkara’yı önerdi. Ben o zaman yeni doktorasını almış bir asistandım, oysa Baki Hoca yılların profesörü idi. Arkadaşların verdiği cesaretle Baki Hoca’nın odasına, biraz da çekinerek gittim. Aman Allah’ım, yılların hocası Baki Hoca tarafından öyle bir kırk yıllık arkadaş muhabbeti ile karşılandım ki, gerçekten o anı hiç unutamam. Yılların hocası, yeni doktorasını almış olan bir genç asistanı sanki yılların arkadaşı gibi karşıladı, derdimi dinledi ve sorunumu çözdü. Bütün denklemleri oturttu ve öylesine çözümleri sağladı ki, kitabımın bel kemiğini Baki Hoca oluşturdu, derim.

Kitabın girişinde doğal olarak Baki Hoca’ya derin teşekkürümü ifade ettim. Fakat benim çoktan rahmete kavuşmuş olan Sevgili Baki Hoca’ya asıl teşekkürüm, bana anlı sanlı profesörlerin afra tafralarla gezindiği bir ortamda “insan” olabilme sanatını öğretmesi içindir. Baki Hoca kadar yapamasam da bugün gelmiş olduğum insanî çizgide Baki Hoca ile bir-iki günlük görüşmemde oluşmuş öğretinin rolü ve etkisi çok büyüktür. İşte, sevgili Baki Hoca’ya sonsuz teşekkürüm bundan dolayıdır!

Sevgili Baki Hocam, size kitabıma yaptığınız değerli katkılar için teşekkür ediyorum, fakat asıl minnettarlığım bana ahlak ve davranışsal alanda yaptığınız unutulmaz katkılarınız içindir!

Ebedi yaşamınızda huzur içinde uyuyun!

Prof. Dr. İzzeddin Önder

Baki Işıkara Hocamız, akademik hayatıma başladığım İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri Bölümü Yöneylem ana bilim dalında, dönemin 3 profesöründen birisiydi. Diğer ikisi ise Kenan Ural ve Merih İpek hocalardı. Üç hocamızın da üzerimde emekleri çok büyüktür ve etki alanları farklıdır ama Baki Hoca’nın etkisini Jacques Ranciere’in ünlü kitabı Cahil Hoca’nın baş karakteri Jacotot’unkine benzetirim.

Jacotot, 1815’te Restorasyon Dönemi’nin başlamasıyla birlikte isteyerek olmasa da öğretmen olarak Leuven’e gider. Burada ders verecektir ancak ciddi bir sorun vardır. Öğrencilerle ortak bildiği bir dil yoktur. Öğrencileri Fransızca bilmiyorken o da Flamanca bilmiyordur. Şansına o tarihlerde bir sayfası Fransızca ve öbür sayfası da Flamanca olan Fénelon’un bir Telemak çevirisi yayınlanmıştır. Öğrencilerine bu kitabı dağıtan Jacotot, fransızcaya ilişkin gramer vs hiçbir araç ve yöntem kullanmadığı halde, dönem sonunda öğrencilerinin tümünün en ufak bir gramer hatası bile yapmadan Telemak’ı kendi cümleleriyle özetlediklerini keşfetmiştir.  Bu durum Jacotot’a, bir şeyin öğretilmesi için öğretmene neden ihtiyaç duyulduğu sorgulamasını getirmiştir.  Jacotot üzerinden Ranciere’in tezleri ilginçtir: Aslında bir konuyu öğrenmek için, tıpkı bir çocuğun doğduğu andan itibaren sadece kendi gözlem ve tekrarları üzerinden anadilini öğrenmesine öykünmeliyiz. Konuya kendimizi sürekli maruz bırakmak ve bireysel olarak irade göstermek yeterlidir. Bu ikili ilişki, öğretmenin varlığı, daha doğrusu onun öğretme çabası ile bozulur ve öğrenmenin önünde bizzat bir engele dönüşür.  Konuyu kavradığını düşünen öğretmenin, buna emin olmak için öğrenciye ihtiyacı vardır, öğrencinin konuyu anlamak için öğretmene değil. Kısaca, Ranciere’e göre, özgürleştirmeksizin eğitilenler aptallaştırılır.

Jacotot’un Telemak çevirisi gibi Baki Hoca da bir gün elinde bir tomar dergi ile geldi. Bunlar son 2 yılın JASA (Journal of the American Statistical Association) ve Econometrica gibi istatistik ve ekonometri alanındaki en prestijli dergilerinden oluşuyordu. Hoca, “Bu dergileri karıştır, göreceksin ki burada yazılanlar kitaplardakilere benzemez. Pedagojik saiklerle yazılmazlar. Her yazar bir bulmaca çözdüğünü düşünür ve seni bulmacasına ortak eder. Eğer bu bulmacaları anlarsan ve bir gün sen de bir bulmaca sunarsan gerçekten araştırmacı olursun” dedi ve müstehzi bir gülümsemeyle uzaklaştı. Derhal dergileri karıştırmaya koyuldum. Hemen tüm sayılara bakıp, makalelerin hepsine göz gezdirdim. Hiçbir şey anlamıyordum. Rastladığımda bir iki soru soracak olduğumda, yol uzun, sabırlı ol, çözersin dışında bir yardım da alamadım. Gözüme kestirdiğim bir iki makaleye odaklaşmaya, anlamadığım kavram ve yöntemler için başka kaynaklara başvurmaya başladım. Haftalar sonra sis dağılmaya başladı, öğretmensiz öğrenmeye başlamıştım.

Baki hoca bilerek mi yaptı bilemeyeceğiz ama Jacotot’unkine benzer bir süreç uygulamıştı. Bu   deneyim bana yalnızca kendi alanımda çalışma disiplini vermedi aynı zamanda öğrencilerim ve asistanlarımla nasıl ilişki kurmam gerektiği hususunda da düşünmemi sağladı. Onlara da her zaman söylediğim, “Size okyanusu gösterebilirim, boğulmamanızı sağlayabilirim ama yüzme öğrenmek sizin işiniz!” oldu.

Yolumuza ışık tuttun, ışıklar içinde uyu Baki Hocam

Prof. Dr. Enis Sınıksıran

Hayatımın akışını ve hayata bakışımı değiştiren değerli bilim adamı hocam Prof. Dr. Baki Işıkara’dan bahsetmeden önce, baki hocamın kısaca biyografik akademik özgeçmişinden bahsetmek onu özü itibariyle tanımak ve anlatmakta bize yardımcı olacaktır.

Prof. Dr. Baki Işıkara 1930 yılında Mersin’de doğmuş, bu şehirde ilk ve or­taokullarını bitirdikten sonra, İstanbul’da Robert Kolej’in lise kısmına girmiş ve 1950 yılında bu liseden mezun olmuştur. Işıkara hocam aynı yıl İs­tanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydolmuş ve adı geçen kurumdan 1955 yılında iyi derece ile mezun olmuştur. 1955 yılında ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İstatistik ve Tatbiki İktisat Kürsüsü’ne asistan olarak girmiş ve fakültede bulunduğu 1955-1960 yılları arasında fakültedeki çalışmalarına devam ettiği gibi ayrıca görevi olmadığı halde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde dinleyici sıfatıyla ile 2 sene boyunca Matematik dersleri almıştır. Gerek fakültede asistan olarak bulunduğu devrede gerek sonraki çalışmalarında hocam Baki Işıkara, ilmî tecessüs (bir şeyi ille de görme, anlama merakı sahibi) olduğunu muhtelif vesilelerle ispat etmiştir.  Kendisi her zaman kolaylıkla netice veren fakat üstünkörü, yüzeysel kalan çalışmalardan sakınmış, asli formasyonu itibariyle bir matematikçi olmamasına rağmen, iktisat ilminin matematik, istatistik ve matematiksel istatistikle ilgili sahaları üzerinde bütün gayretlerini yoğunlaştırmış ve bu mevzularda kendini hakkıyla yetiştirebilmiş ender insanlardan biridir. 1960 yılında o zamana göre çok ciddi bir çalışma olan “Türkiye’de Şe­ker Talebi” adlı çalışmasıyla pekiyi derece ile doktorasını aldıktan sonra askere giden hocam Baki Işıkara yedek subaylığını Devlet Planlama Teşkilatı’nda yapmış, terhisinden sonra da bu müessesede Ocak 1963’e kadar istihdam edilmiştir. Devlet Plânlama Teşkilâtında bulunduğu devrede, kendisi ayrıca Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdari İlimler Fakültesi öğrencilerine İstatistiğe Giriş, İktisatçılar için Matematik, Ekonometriye Giriş derslerini vermiş ve adı geçen Üniversiteye Ocak 1963 de asaleten yardımcı profesör olarak tayin edilmiştir. 1964 ders yılında, bir araştırma bursu kazanan Işıkara hocam, Manchester Üniversitesi İktisat ve İstatistik Bölümünde dünyaca ünlü Profesör J.Johnston yanında 9 ay çalışmak imkânını bulmuştur. 1966 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak atanmış, 1967 yılında “Doğrusal İktisadi Modellerde Parametre Tayininde Kullanılan Usuller” adlı doçentlik teziyle doçent olmuş ve 1976 yılında ise profesör kadrosuna atanmıştır.

Prof. Dr. Baki Işıkara hocamın yukarıda bahsettiğim biyografik akademik özgeçmişinden bahsetmekle benim hocamla tanışıp onun hayatımı değiştirmesi meselesine geçmek gerekiyor sanırım.

1986 yılında Bilgi İşlem Merkezi’nde öğretmen (matematik öğretmenliği) kadrosunda memur (merkezde aynı zamanda bilgisayar programcısı göreviyle) olarak çalışırken Yrd. Doç. Dr. Osman Çetinkaya’nın istatistik araştırmaları için bu merkeze geldiğinde bu merkezde istatistik analizleri yapan Arif Kubat beye araştırılacak veriler üzerinde “ANOVA, MANOVA, t testi, faktör analizi…” yapalım şeklinde benim o süreçte anlamadığım konuşmaları üzerine, benim Osman hocama “Bunlar nedir ve ben bunları nasıl öğrenebilirim ?” şeklindeki soruma karşılık bana: “Sen meraklı bir gence  benziyorsun, o zaman sen  ekonometri bölümü istatistik yüksek lisans sınavına hazırlanıp sınava gir kazanırsan  bölümdeki dersleri aldığında bu konuşmaları anlarsın” şeklindeki konuşması beni akademik hayata yönlendirmesi  sonuçta hayatımın dönüm noktalarından biri olmuştur. Bu nedenle önce Osman Çetinkaya hocama burada teşekkürü borç bilirim.

Prof. Dr. Baki Işıkara Hocam, ekonometri bölümü istatistik yüksek lisansını kazandığımda bu programda okutulan “Regresyon Analizi” derslerine katıldığımda tanıdığım üzerimde emekleri ve etki alanı çok büyük olan çok değerli hocalarımdan birisidir. Ayrıca bu ders programında bulunan “Lineer Modeller” dersini Prof. Dr. Merih İpek hocamdan, “Lineer Cebir” ve “Matematiksel İstatistik” derslerini de Yrd. Doç. Dr. Osman Çetinkaya hocamdan alma sürecinde, bahsettiğim tüm hocalarımın ders dışında bana çok şey kattıklarını ifade etmeliyim.

Ben derse girdiğimde matematik eğitimli ve bilgisayar programcısı olduğum için hocamın anlattığı konuları kolayca kavrıyordum. Hocam kara tahtada tebeşirle bir matrisin tersini bulmak için hemen hemen yarım saat uğraşıyor ve tahtayı sildiğinde sınıf tebeşir tozuyla doluyordu; bu da kürsü üzerinin tebeşir tozuyla dolmasına ve solunum sorununa sebep oluyordu. Tebeşir tozlarının yatışması için iki-üç dakika beklemek elzemdi. Bir gün hocam, “Hocam bu uğraşmayın ben size bu matris hesaplamalarını Excel programına benzer bir program olan lotus123 programı yardımıyla (Excel o zamanlar yoktu) hesaplayıp kâğıda yazdırarak getireyim dedim”. Hocam çok şaşırmıştı. Bir sonraki derste kullanacağı bir matris hesaplamasını bana göstererek “Bu matrisin tersini hesaplayabilir misin?” dedi. Ben de “olur hocam” diyerek matrisi kâğıt üzerinde alıp bilgi işlem merkezindeki bilgisayarımda matrisin tersini hesaplayarak kâğıt üzerine çıktısını alıp getirdim. Bu durum, hocamla bilgi alışverişimin, hocamı tanımanın ve akademik hayatta neler yapılması gerektiğini öğrenmemin bir başlangıcı oldu. Bir ders öncesinde hocamın akademik özgeçmişinde bahsettiğim Profesör J. Johnston dan aldığı derslere ait teorik notları bana gösterdiğinde daha çok öğrenecek bilginin olduğunu görerek çok şaşırmıştım. Bana bu teorik notlarda hesaplamaların elle yapılmasının çok zaman aldığını, bu durumun hocamın tabiriyle söyleyeyim, maneviyat bozukluğu yarattığını söyledi. Ben de “Hocam maneviyatınız bozulmasın siz bana konuyu anlatın ben hesaplamaları bilgisayarda yapar, size veririm” dediğimde çok sevinmiş, “Esas şimdi öğrenmeye başlıyorum” demişti. “Teorik bilgiyi ne kadar bilsen bil uygulaması yapılmadığında bilgi değildir bir kâğıt parçasıdır” diye tarihi bir söz söyledi. Onun sevinci aslında benim sevincimdi. Çünkü hocam dersten çıktıktan sonra bir sonraki dersteki konuyu önce bana anlatacak ben de bilgisayardaki hesaplamaları yapıp hocama verecektim. Yani özel ders gibi olacaktı ve bu şekilde oldu. Her seferinde bana “Mustafa maneviyatım düzeldi ders anlatışım değişti bu bilgisayar çok önemli bir makine gelecekte her şey bu makinayla yapılacak” dedi. Ben de “Haklısınız hocam” dedim. Ardından “Bunu kullanmayı öğrenmek gerekir. Üniversite sınavına girip bilgisayar mühendisliği okumak lazım dedi. Bunun üzerine ben de “isterseniz ben size bilgisayar hakkında bildiklerimi ve programları öğretebilirim” dedim. Bunun üzerine evine bilgisayar ve yazıcı aldı. Programları bu bilgisayarına yükleyip birkaç uygulama gösterdikten sonra evinde teorik notların uygulamalarını yapıp yazıcıdan aldıktan sonra bu kağıtlardan ders anlatmaya başladı. Programda takıldığı bazı şeyleri bana telefonda sorarak elindeki teorik bilgileri uygulayarak bu bilgilere hayat kattı.

Ben hocanın dersinden geçtikten sonra 3 sene daha hocamın derslerini takip ettim. Artık arkadaş gibi olmuştuk. Dersten sonra odasına gidiyor odasındaki bilgisayarın başına oturuyor yeni yeni konuların uygulamalarını bilgisayarda deniyorduk. Odasına gittiğimizde bir ara kayboluyor elinde çay tepsisi ile bana çay getiriyor, ben de hocama mahcup oluyordum. O da bana “çalışanın çayını suyunu eksik etmeyeceksin” diyerek büyük bir mütevazilik örneği veriyordu.

Bir gün evinde muhabbet ederken Profesör J. Johnston’dan konu açılınca bana bir anısını anlattı. Bir gün Baki hocam, Profesör J. Johnston’ın anlattığı bir konuyu anlamamış ve bir uygulama yapmasını istemiş. Profesör J. Johnston sayısal örnek vererek “Bunu bu akşam çöz yarın bana getir” demiş. Baki hocam soruyu uğraşa uğraşa çözmüş, ertesi gün hocasına götürmüş. Hocası bakmış ve “Doğru yapmışsın” diye Baki hocamı takdir etmiş. Baki hocam da Profesör J. Johnston’a “Hocam bu gibi uygulamaları niye kitaplarına koymuyorsun?” diye serzenişte bulunmuş. Bunun üzerine Profesör J. Johnston ile Baki hocam arasında aşağıdaki konuşmalar geçmiş.

KONUŞMALAR

  • Profesör J. Johnston   : Seni buraya kim gönderdi?
  • Baki hoca                   : T.C. Devleti
  • Profesör J. Johnston : Ben senin çözdüğün bu uygulama örneğini kitabıma koysaydım sen buraya gelir miydin? Sen buraya geldiğine göre senin devletin benim devletime para ödüyor. Benim ülkem bu nedenle para kazanıyor. Çünkü bilgi=para dır. Bilgi teorik olarak verilir. Bilgiyi uygulayıp hayata geçiren kişi bilimi öğrenmiş olur yani bilim adamı olur.

Bu muhabbetten sonra Baki hocam bana “Bu yabancı hocalar yazdıkları kitaplarda ve eserlerinde kullandıkları matematik formüllerini anlaşılmasın diye kapalı biçimde gösteriyorlar. Bu formülleri açık bir biçimde yazıp konuyu anlamak ve sayısal veriler üzerinde uygulama yapmakla bilim yapılır. Bunu başarabilenler de bilim adamı olur. Formülleri anlamadan verileri bilgisayara vererek alınan çıktıları yorumlayarak bilim yapılamaz” diyerek bana hayatımın en önemli dersini vermişti.  

Türkiye’ye geldikten sonra aldığı teorik bilgileri uygulayarak hayata geçiren, yani bilimi öğrenerek gerçek bilim adamı olan bizleri de bu yolda yetiştiren baki hocam, mekânın cennet olsun. Açtığın bilim yolunda senin ufkun sayesinde senin yolunda gidiyoruz.

Prof. Dr. Mustafa TEKİN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir