BİZ İKTİSATLILAR: İÇİMİZDEN BİRİ PROF. DR. TOKTAMIŞ ATEŞ

BİZ İKTİSATLILAR: İÇİMİZDEN BİRİ

PROF. DR. TOKTAMIŞ ATEŞ

Bugün bu paylaşımımızda İÜ İktisat Fakültesi’nin değerli akademisyenlerinden Prof. Dr. Toktamış Ateş’i anıyoruz. 

Prof. Dr.  Toktamış Ateş 1978-79 ve 1982-84 dönemlerinde İÜ İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti’nde Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde de bulunmuş, camiamıza ve Cemiyetimize yakınlığı ile bilinen, desteğini her zaman hissettiğimiz, güler yüzlü ve sıcak yaklaşımı ile tüm mezunlarımızın ve öğrencilerinin sevgisini ve saygısını kazanmış bir hocamızdır. 

Değerli hocamızı özlem ve saygıyla anıyor, paylaşımımıza yazıları ve fotoğrafları ile destek olan Prof. Dr. Emre Ateş, Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Uras ve Prof. Dr. Burak Samih Gülboy’a çok teşekkür ediyoruz.

İÜ İKTİSAT FAKÜLTESİ MEZUNLARI CEMİYETİ

Toktamış Ateş’in kaç öğrencisi vardı?

Toktamış Ateş’in (1944-2013) kaç öğrencisi ve kaç arkadaşı vardı? Sayamazsınız. Öğretim üyesi, öğrencisi, çalışanı, esnafı ve insanıyla Beyazıt’ı merkez aldığınızda, doğup büyüdüğü ve yaşadığı tarihi yarımada nam-ı diğer Suriçi onun yaşam mücadelesinin merkeziydi. Bu bölgeyi ve insanlarını hiçbir zaman terk etmedi. Güler yüzüne ve yaşanmışlıklarına dayanan tatlı dilli anlatımı sayesinde karşısındakini büyüler ve çevresine umut aşılardı. Kuşkusuz, hoşgörülü ve mütevazi bir insandı. Örneğin, babası Ahmed Ateş’in ve annesi Fikret Ateş’in Edebiyat Fakültesi ile Şarkiyat dünyası açısından önemlerini bilmekle birlikte fazla dillendirmezdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşlarından zadegân-ı ilmiye mensuplarına kadar pek çok ismi barındıran yakın çevresinin etkisini kendisinde görmek mümkündü. Belki de bu birikimle, Doğu ile Batı’yı, sağ ile solu hoşgörüyle sentezleyebilmiş; Türk Devrim tarihi, laiklik ve demokrasi üzerine dur durak bilmeden çalışabilmiştir. Yine bu bağlamda, 1960’lı yıllarda öğrenci olarak girip sonra asistan ve öğretim üyesi olduğu İktisat Fakültesi’nin özgün ve farklı görüşlerden oluşan çok sesli yapısını bizlere çeşitli vesilelerle anlatırdı. Örneğin, kendi doktora bilim sınavında Sabri Ülgener, Lütfi Güçer ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ile yaşadığı mülakat hayata bakışını şekillendiren önemli bir dönemeç olmuştur.

Ortaöğrenimine Avusturya Lisesi’nde (Sankt Georg) başlayıp Vefa Lisesi’nde tamamlayan Toktamış Hoca, okuduğu okullara ve özellikle İktisat Fakültesi’ne çok bağlıydı. Benim dönemimde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü adını çoktan almış olan, ilk adıyla Siyaset İlmi Kürsüsü’nde Esat Çam, İlter Turan, Şirin Tekeli’yle yaşadığı dostluk, meslektaş olmanın ötesinde olmuştu. Pek çok arkadaşıyla Uludağ Üniversitesi’nin kurulmasında etkin rol oynamış ve 1990’lı yıllarda açılan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kurucuları arasında yer almıştı.

Toktamış hocanın -son kuşak asistanlarından biri olarak- üniversite amfilerinde ders anlatımına hayran kalırdım.  Kurtuluş Savaşı, devrim, devlet, demokrasi gibi kavram ve olayları tahta üzerinde güzel el yazısı ve mantığıyla bir matematik formülüne dönüştürür ve tartıştırırdı. Kamuoyunda artan saygınlığı üzerine gelen her büyük teklife rağmen aktif siyasetten uzak duruşu ama buna karşılık sivil topluma verdiği önem, güçlü kalemine duyduğu güven ve sakin mizacı onu hep ayakta tutardı.

Muzip bir kişiliği vardı. Fıkra ve anekdot anlatmayı gündelik hayatında hiç eksik etmezdi. Konferansları, gazete yazıları, dersleri, toplantıları hiç bitmezdi. Fakat kendine zaman ayırmasını da bilirdi. Fotoğraf çekmeyi, tavla oynamayı, müzik dinlemeyi, yemek yemeyi, tiyatroyu çok severdi ve bunların hepsinden iyi anlardı. Heraklitos’tan tekrar ettiği “aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız” şiarıyla dolu dolu bir yaşam sürdü. Değişimin kaçınılmaz olduğunu içtenlikle vurgulardı. İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti eski başkanlarından, arkadaşı Şeref Özgencil’in deyimiyle “[Onun] bu içtenliğini fark edemeyenler ancak kendilerini aşırı marjinalleştirmiş olanlardı…”

Prof. Dr. Ahmet Emre ATEŞ

Toktamış Hoca’nın Ardından

İstanbul Üniversitesi’nin kapısından bir gün asistan olarak gireceğimi ve ilk karşıma çıkan kişinin de çocukken “sen obur musun; yemeklerin hepsini sen mi yedin” diye sorduğum Toktamış Hoca olacağını hiç bilmiyordum. Aynı koridoru, aynı sofrayı, aynı akademik ortamı paylaştığım sevgili hocamın, sırf korkutmak için “zaten sen çocukken çok küfrederdin; şimdi hepsini kayınvalidene anlatacağım” diye beni tehdit etmeyi bir eğlence haline getireceğini de hiç düşünmemiştim. Lakin öyle oldu; hatta hepimize aynı tatlı haylazlığıyla dokundu. Ben belki Toktamış hocanın tesadüfen çocukluk yıllarından itibaren tanıdığı bir öğrencisi/asistanı idim ama bölümdeki tüm asistanlar zaten cemaz-ül-evveline kadar hoca tarafından incelenir; tüm akrabalarıyla, arkadaşlarıyla iletişim kurulur; sevdiği ve sevmediği her şey itinayla öğrenilirdi. En büyük keyfi insanları tanımaktı. Türkiye’nin dört bir yanına uzanan dev bir ilişki ve sevgi zinciri oluşturmuştu. Bir kez onun kurduğu sosyal ağın parçası olduğunuzda kendinizi her yanınızı saran bir dost çemberiyle sarmalanmış bulurdunuz.

Toktamış hoca çok sevilen, son derece sevimli ve dost bir insandı. Öfkesinden de korkardık doğrusu. Şahsen beni, o koridordan geçerken uzattığım ayaklarımı toplamadığım, istemediği bir not verdiğim ya da ona tost almadığım için birkaç kez istifaya davet etmişliği vardı. Kızıp köpürürdü ama boynuna sarılır bir öperdiniz; bir “canım hocam” derdiniz, her şey yeniden süt liman olurdu. Saygısızlığa hiç tahammülü yoktu zira kendisi de çok nazik bir insandı. En kızgın halinde bile sadece sesi yükselirdi.

Her birimizin hayatında çok önemli bir yer edindi. Bizleri yetiştirdi; zor zamanlarımızda yanımızda yer aldı. Kolunun kanadının altına sığınıp en genç, en korumasız halimizle koca koca adamlara, rektörlere, siyasetçilere savaş açmamıza imkân sağladı. 20’li yaşlarımızda kendimize “école koridor” adını taktığımızda öğrencileri tarafından onun kadar sevilen bir hoca olmak ve onun gibi iyi ders anlatmak vardı aklımızda. Kendi kanatlarımızla uçmaya başlayana kadar tatlı sert bir hoca, bir baba yarısı olarak hepimize sahip çıktı.

Yokluğunu her daim hissettiğim bir hocanın ardından söylenecek çok şeyim var. Bu sayfaya sığdıramayacağım kadar uzun bir birlikteliğimiz ve dopdolu anılarımız hala aklımda. Her şey bir yana iyi bildiğim bir şey var; bir daha hiçbir zaman karnım acıktığında “o zaman haydi kalkın, Edirne’ye gidip ciğer yiyeceğiz” diyen bir dostum olmayacak.

Nur içinde yatsın.

Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak

Toktamış Hocaya Saygıyla..

Hocaların hocası olunca, birkaç kuşak üzerindeki emeği hepimiz için çok kıymetlidir.

Dostları arasında “Tokta “ diye çağrılan hocamızın uzun süre asistanlığını yaptım, meslektaşı olunca da birlikte akademik çalışmalarımız ve aile dostluğumuz süregeldi.

Şarkiyetçi bir baba, lise hocası bir annenin iftihar kaynağı oğlu olarak Ayşegül de onun ve eşi Nevin Ateş’in hep biricik kıymetlisi oldu.

 İFMC, hoca için vazgeçilmez bir ocaktı, çoğu etkinliğimizin hep demirbaşı oldu.

Toktamış hocayla ilden ile dolaşarak toplantılara da katıldık, sendika seminerlerine de. Bu ülkenin profesyonel rehberlerinin de çoğunu o yetiştirmiştir.

Gerek Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümü hocası, gerek de bölüm başkanımız olarak, biz hocadan farklı görüşlere hoşgörü gösterilmesinin ve empati yapılmasının önemini öğrendik.

Cumhuriyet gazetesinin en çok okunan yazarları arasındaydı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kurucu hocalarından ve yönetim kurulu üyesi olarak kurumsallaşmaya çok büyük emeği geçmiştir.

Yazdığı 30’un üzerinde kitabı hala en temel başvuru kaynakları arasındadır.

Türk Devrim Tarihi, Biz Devrimi Çok Sevmiştik, Siyasal Tarih, 68’li olmak, Kemalizmin Özü, Seyyan Hanım ve Diğerleri, Kelaynak Kuşları, Ne Oldu Bize? gibi kitapları genç kuşaklar için, bugün de önemini koruyor.

Hocamızı sevgiyle anıyoruz…

Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Uras

Toktamış Ateş Hocama…

Sabah saatlerinde, artık içinde bulunan herkes için bir vazgeçilmez bir hayat alanı haline gelmiş bir ortaklık olarak bölümün koridoruna girdiğinizde, merdivenden az ileride, sınıfın yanındaki odadan gelen daktilo vuruşlarının sesiyle karşılaşacaksınız. Biraz sonra ise gür bir sesin koridorda yankılanışı duyulacak: “çocuklar!”… Hafta boyunca yayınlanan köşe yazılarından o günkü olanı tamamlanmış ve Toktamış Hoca daha yirmili yaşlarında olan asistanlarını yanına çağırıyor. Birazdan yazısını onlara okutacak, varsa imla hatalarını soracak ama sonra gergin yüzü yumuşayacak ve yazının içeriği konusundaki fikirleri soracak.

Yukarıdaki giriş belki de kendisinin en verimli döneminde, akademiyi bir geleneksel devamlılık ilişkisi içinde, araştırma “görevlileri” değil de “potansiyel akademisyen adayları” olarak kabul ettiği gençlerin saygıyı esirgemeyen ama sorgulamaya açık birer kimlik olarak inşa olma süreçlerini yönlendirdiğinin en güzel örneğidir. Zamanın değerleri farklılaştırdığı evrende her yaş alanın yaşadığı iniş çıkışlar onu etkilese de Toktamış Hocam tatlı ya da acı gülümsemelerle hatırlanacak biçimde Türkiye’deki akademiya evreninde yer alan çok sayıda akademisyenin akademik kimliğinin oluşumunda yerini aldı.

Kendi adıma düşündüğümde ise, akademik olgunlaşma sürecimde pek çok yetkin hocadan feyz aldım. Akademik birikimim ve yaşamım sürecinde uzmanlaşmalarımdan, sözlü ve yazılı üretimime ve bundan öte sanattan gastronomiye kadar her alanda bana geçmişten aktarılan bu birikime, yapabildiysem, katkıda bulunmaya çalıştım. Gerek bu feyzi ve gerekse de bu birikimi bana en yakından aktaran isim baba yarısı olan hocam Toktamış Ateş’ti. Ben onu çalıştığı insanın potansiyelini kişiyi kendi arayışlarında özgürleştirerek, kimi her rehberin yaptığı üzere zaman pozitif ya da negatif jestlerle ama çoğu zamanda zaman da sahip olduğu inanılmaz büyük kültür evreninden sunduğu ortaklıklarla kişiyi olgunluğuna götürdüğünü tecrübe ettim. Bu günkü akademik kimliğim için ona bir kere daha şükranlarımı sunuyorum. Kendisini saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anıyorum.

Prof. Dr. Burak Samih Gülboy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir